“Kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir, ben ayrılıkların
Kimi insan ezbere sayar yıldızların adını, ben hasretlerin…”
Yüreği aşk kokuyordu. Buğulu gözleri vatan tütüyordu. Deli yürekti. İnandığı değerleri sevdiklerinden, sağlığından vazgeçmek uğruna savunan biriydi. Koşulsuz egemenliğe, özgürlüğe, sınıf içermeyen bir rejime olan inancı onu “Komünizm” den yana savurmuştu.
Ayrılıkların, hasretlerin adamı değildi, insanca yaşamanın, tutkunun peşindeydi. Türkçenin en büyük ustalarından biriydi. Sadece şiirle kalmıyor Türk Edebiyatı’nı her koldan besliyordu.
“Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
Ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi..”
Romantik Komünist…
Romantik duygusal, entelektüel, şiirsel, sanata âşık, duygulu, coşkulu demek değil miydi??? Komünist ruhsuz, cansız, miskin, sınıfsız, kaba demek değil miydi???
Nazım’ın yaşadığı Dünya “bipolar bozukluğa” yakalanmıştı ve bu hastalık tüm ülkelere hızlıca yayılıyordu.
Bir tarafta demokrasinin en hararetli savunucusu ve kapitalist sistemin en büyüğü Amerika Birleşik Devletleri…
Diğer tarafta sosyalist düzenin koruyucusu sosyal adaletin uygulayıcısı Komünist Sovyetler Birliği.
Bir yerde vatan sevgisi, bir yanda yaşam idealleri.
Bir tarafta mevcut düzen, diğer tarafta hayalini kurduğu memleket…
“Memleketimi seviyorum:
Çınarlarında kolan vurdum, hapishanelerinde yattım.
Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı
Memleketimin şarkıları ve tütünü gibi.”
Ailelerin, konu komşunun sağcı-solcu diye ayrıldığı, insanlığın etiketlendiği, fişlendiği, düşünce suçlarının dünyanın her köşesinde adam öldürmekten daha büyük cezalara çarptırıldığı hastalıklı bir ortam…
Siz-Biz…
Sokağa çıkma yasakları, lastik yakmalar, silahlı çatışmalar, mahalle kavgaları, yaftalar, iftiralar, fitneler, baskınlar, tutuklanmalar, işkenceler, fail-i meçhul cinayetler, muhtıra, darbeler…
“Nasıl etmeli de ağlayabilmeli farkına bile varmadan?
Nasıl etmeli de ağlayabilmeli ayıpsız, aşikare,
Yağmur misali?”
Siz-Biz…
Hangisiydik biz?
Vatanımız için Dumlupınar ‘da can veren miydik?
Sarıkamış’ta beyaz örtülü mezarın sahibi miydik?
Yoksa Ege’de denize döken miydik?
Lozan’da masa başında zaferi göğüsleyen miydik?
Yoksa birbirimizin kanına susayan mı sokakta?
Kadınını döven miydik biz?
Çocuğunu cahil tarikatlara teslim eden mi?
Siz kimdiniz?
“Belki bir gün maviler giyer, Deniz olurum
Belki bir gün yeşiller giyer, Ağaç olurum
Hiç belli olmaz sevgilim,
Belki bir gün beyazlar giyer Senin olurum”
Aynı topraklarda kardeş gibi yaşamak varken senden ve benden neden azaldık?
Neden bir ve tek ve “BİZ” olamadık?
Nazım’ın yaşadığı dünyanın “ne Sovyet’i ne Amerika’sı” var artık. O zamanki doğrular eğrildi, o zamanki yanlışlar hala doğru.
Ve o yanlış doğrulardan biri…Benim dünyamda hala sen-ben / biz-siz var.
Ben de sefil bir romantiğim Nazım gibi, özgür ve uygar bir dünya hala düşlerimde…
Her şeye rağmen…
“Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
Bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu,
Bu dâvet bizim....
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine,
Bu hasret bizim...”